Yeni Adresimiz Kendimceyemek.com

Merhabalar..

Uzun süredir kendimceyemek.blogspot.com adresinden yazılarımı paylaştığım bloguma artık www.kendimceyemek.com adresinden devam edeceğim.

Yeni adresimizi Sık Kullanılanlara eklemeyi unutmayınız.

Ayrıca altta ki Google+ sayfamızı da beğenerek tariflerimi ve yazılarımı Google+ üzerinden de takip edebilirsiniz.


30 Mart 2012 Cuma

Saray Helvası





















Bu hafta sonunun son postunu,bir tatlı ile kapatmak istedim.Tarifimiz tatlı olsun ki hafta sonumuz da tatlı olsun.Bu hafta sonu çoğu evde heyecan tavan yapıyor.İçinde olanlar biliyor.Olmayanların da bilgisi olsun,bu pazar YGS sınavı var.Allah bütün çocukların yardımcısı olsun.Herbirinin emekleri yerini bulsun.Benim de bebem bu sınavın heyecanını yaşayanlardan.Hayırlısı ile pazar gününü bekliyoruz.Dualarınızı eksik etmeyin.


Tarifimize gelince çok hafif ve pratik.Hani akşama canınız istedi hadi deyince olacak bir tarif.Biz çok beğendik,yapmak isterseniz işte tarif.
Malzemeler



  • 2 su bardağı un


  • 1 su bardağı pudra şekeri


  • 125 gr margarin


  • 1 paket vanilya


Yapılışı



Tencereye koyduğunuz unu ,karartmadan,pembeleştirmeden sürekli karıştırarak ,kokusu çıkana kadar kavurun.Ama asla rengi dönecek kadar değil.Çünkü unun renginin dönmemesi gerekiyor.Ocaktan aldıktan sonra içine pudra şekerini ve vanilyayı koyup iyice karıştırın ve soğumaya bırakın.



Diğer tarafta kızdırmadan,sadece erittiğiniz margarini,soğuyan unun içine ilave edip,iyice karıştırın.Tabanını yağladığınız bir borcama bu karışımınızı boşaltıp iyice bastırarak düzeltin.Soğumadan dilimleyin bir süre dolapta bekletip nazikçe dilimleri borcamdan alıp servis edin.



Herkese keyifli ve mutlu hafta sonları dilerim.Bütün çocuklarımıza da Allahtan zihin açıklığı ve başarı dilerim.Sevgiyle kalın..................

28 Mart 2012 Çarşamba

Uçsam Diyorum Özgürlüğe

Açsam diyorum kanatlarımı,uçsam özgürlüğe.Ruhum özgür,bedenim özgür.Yükselsem gökyüzüne,konsam bir ağacın dalına,olmadı insem engin denizin soğuk sularına,ıslansam buz gibi tuzlu suyla ben deniz olsam ya da deniz ben.

26 Mart 2012 Pazartesi

Dünya Tiyatrolar Günü

Tiyatro,toplum kültürünün aynasıdır.Ne kadar doğru ve güzel bir cümle.Zaten hep öyle değilmidir.Bir toplumun eğitim,kültür seviyesi sanat seviyesinden belli olmaz mı?Çocuk nasıl ailenin aynasıysa,sanat da toplumun aynasıdır.
Bir ülkenin kültürü,neye gülüp,neye ağladığı,ne okuduğu,ne kadar okuduğu,ne izlediği ile kolayca ölçülebilir.
Sanat evrenseldir de yola çıkarak,temelde insan olmanın verdiği özellikleri düşünerek,genelde aynı şeylere gülüp,aynı şeylere üzülür,çoğu olaya benzer tepkiler veririz.Farklılıklar da gelişmişlik,birikim ve hayata bakış açısına göre değişebilir
Günümüzde çok da hak ettiği ilgiyi görmediğini düşünüyorum tiyatronun.Aslında yaşayan bir olgunun içine girmektir,bir oyunu izlemek.Çünkü her biri diğeri ile tam olarak birebir aynı değildir.Oyunu oynayanın,izleyenle kurduğu bir tür iletişimdir.Duygu alışverişidir,göz temasıdır,anlık tepkidir,tam da gündemi takip etmektir.Denemesi yoktur,tekrar yoktur.Perde açıldığı andan,kapandığı ana kadar yaşayan bir şeydir tam da karşınızda.
Fakat maalesef çok da ilgi yoktur.İlgilenen,takip edip giden elbette pek çok insan vardır ama sinema seyircisi kadar fazla değildir yine de.Çünkü tiyatro izleme şekli bile kültürün ifadesidir.Tiyatronun bir adabı vardır,o salona girip koltukta oturmanın bir şekli vardır.Yarın Dünya Tiyatrolar Günü.Bunu duyurmak istedim.Belki çok sık gitmeyenler,hiç değilse yarın salonları doldurmak ister.Buradan Devlet Tiyatrolarının farklı şehirlerde sergiledikleri oyunlara ulaşabilirsiniz.
Şimdiden keyifli seyirler.......

24 Mart 2012 Cumartesi

El Açması Kıymalı Börek

Hep mutfakta çalışasım var.Hatta mümkünse orada yatasım var.Bazı zaman oluyor ki,aklıma ne pişirecek bir şey geliyor,ne de mutfağa giresim.Fakat bazen de öyle bir delilik geliyor ki,Allahım diyorum bütün bu aklımdakileri ne zaman yapacağım.Hepsini bir anda yapmak istiyorum.Fırın hızıma yetişemez oluyor.Bu aralar öyle bir dönemdeyim.Aklımda bin ayrı tarif var.Bu börek de bu arada çıktı elimden.Annemle babam da,tesadüf bana gelmişlerdi ve karnımız tok hiç bir şey yiyecek durumda değiliz demelerine rağmen,tansiyon problemlerini göz ardı edip,hım hım hım şeklinde yiyip kalanı da,büyük bir memnuniyetle alıp götürdüler.
Eee canım anacım,elini sıkıştırırsın olmaz yapamazsın diye çamaşır makinesinin yanına bile yanaştırmadığın kızın şükürler olsun artık elinde börek açıyor.
Zaten şuna yürekten inanırım,ben yapamam diye bir şey yok.Yapmak istemiyorum diye bir şey var.
Eğer hadi bir börek yapıp ev halkına afiyetle ikram edeyim diyorsanız,bu böreği şiddetle tavsiye ederim.Ağızda dağılan hamuru ile nefis bir börek oldu.

Malzemeler


  • 1 su bardağı süt

  • 1 su bardağı yoğurt

  • 1 su bardağı sıvıyağ

  • 1 paket instant maya

  • 1tutam tuz

  • aldığı ölçüde un

  • bir yumurta sarısı (böreğin üzerine sürmek için)

İç malzemesi için



  • 500 gr kıyma

  • 2 iri kuru soğan

  • 1 çay bardağı sıvıyağ

  • tuz

  • karabiber

Yapılışı


Hamurumuzu hazırlamak için un hariç tüm malzemeleri yoğurma kabına koyalım.Azar azar unu ilave ederek,yumuşak bir hamur elde edelim.Öncelikle şu konuda anlaşalım.Bu hamur yoğurma ve açma işini gözünüzde büyütmeyin.Hamur sizin elinizde,sizin vereceğiniz şekli alacak yani herşey siizin kontrolünüzde olaya böyle başlayalım.


Yoğurduğunuz hamur bir kenarda dinlenirken,yemeklik doğradığınız soğanları,bir tencerede sıvıyağ ile bir miktar öldürün.Daha sonra kıymayı ilave edin ve kıyma suyunu salıp çekene kadar kavurun.En son tuz ve karabiberini ekleyin.


Bir miktar dinlenen hamurunuzu bir portakal büyüklüğünde bezelere ayırın ve unladığınız zeminde oklava ya da merdane yardımıyla açabildiğiniz kadar açın.Açtığınız yufkanın üzerine bir kaşık sıvıyağ gezdirip,ortadan ikiye kesin.Yarım ay şeklindeki yufkanın,düz kısmına iç harcından koyup rulo şeklinde sıkıca sarın.Bu ruloyu kendi etrafında dolayıp yağlanmış tepsiye yerleştirin.


Diğer bezelere de aynı işlemi tekrarlayıp,yapılan ruloları birbirlerinin etrafına dolayın.En son 1 ya da 2 kaşık sıvıyağ ile karıştırdığınız yumurta sarısını böreğin üzrine sürüp 200 derece pişmek üzere fırınınızın şefkat dolu kollarına bırakın.


Hepinize gönlünüzce geçirebileceğiniz mutlu bir cumartesi ve çok şükür bir de pazar günü dilerim.


Sevgiyle kalın...........

20 Mart 2012 Salı

Şöbiyet

Tatlısı gelenler için,hem pratik,hem de son derece lezzetli bir tatlı.Bizim ev halkı tam bir tatlı canavarı olduğu için,hep bir tatlı üretimi söz konusu mutfağımda.Ben kendi adıma sütlü tatlıları tercih etmeme rağmen babanganın tercihi her zaman şerbetli tatlılardan yanadır.Şöbiyette, favori tatlısı diyebilirim.Yıllar önce,bir arkadaşıma misafirliğe giderken götürmek üzere aldığımız şöbiyet,ev sahibinin,kendi gelenekleri doğrultusunda ikram edilmediğinden bu tatlı ne zaman gündeme gelse babanga bu anıyı hatırlar ve hala o tatlıdan yiyemediğine hayıflanır.
Ne amaçla kullanacağımı düşünmeden satın aldığım baklava yufkaları,buzdolabında bana ne zaman sıra gelecek diye kulağıma çok fısıldayınca hadi dedim,siz güzel bir tatlı olmayı hak ettiniz.
Şimdi de sizin karşınızda arz-ı endam etmekte kendileri.
Malzemeler


  • 30 adet hazır baklava yufkası

  • 150 gr kaymak

  • 200 gr tereyağ (ben margarin +tereyağ olarak kullandım)

  • fıstık içi

Şurubu için



  • 3 su bardağı su

  • 3 su bardağı şeker

  • bir kaç damla limon

Yapılışı


İlk önce yapmanız gereken şerbeti kaynatmak olsun.Çünkü şerbeti vereceğimiz zaman,tatlı sıcak şerbet soğuk olmalı.Kaynayan şerbetiniz soğurken,diğer tarafta 30 kat hazır baklava yufkasını küçük kareler şeklinde kesip,içlerine bir tatlı kaşığı kaymak ve fıstık içi koyup,üçgen şeklinde kapatın.Bütün kare kesilmiş yufkalara bu işlemi uyguladıktan sonra,eritilmiş yağ kaşık kaşık tatlıların üzerine dökülüp 180 derecede üzerleri kızarana kadar fırında pişirilir.Fırından çıkar çıkmaz soğumuş olan şerbeti verilir.Şerbetini iyice çektikten sonra fıstıkla süslenip servis edilir.


Burada dikkat edilecek olan şey şudur ki,tatlıyı yerken uyuyanlar varsa,şöbiyeti çatalla keserken çıkardığı hışırtı nedeniyle uyanabilir.


Afiyet olsun,eviniz sağlık ve huzurla dolsun.

18 Mart 2012 Pazar

İstanbul Seni Herşeye Rağmen Seviyorum

Ah İstanbul,sen ne güzel bir şehirsin.Ne seninle olabiliyoruz,ne de senden vazgeçebiliyoruz.Her yerinden,tarih ve güzellik fışkırıyor.İnsan ömrü seni tanımak için ne kadar yetersiz ve kısa.

Yıllardır İstanbul'da olmama rağmen,ya tembellikten,ya da fırsat yaratamamaktan,Kız Kulesi'nin içine girmek kısmet olmamıştı.Bu güzelliği,hep uzaktan seyrettim yıllarca.İstanbul'un her iki yakasından da başka güzel göründü gözüme.Adına yazılmış,efsaneleri okudum dinledim hep.


Sonunda şeytanın bacağını kırıp,güzel,güneşli bir pazar günü,bu kez Kız Kulesi'nin balkonundan İstanbul'u izledim.Tüm kızgınlıklarıma rağmen İstanbul'a bir kez daha aşık oldum.Çok ama çok güzel göründü gözüme.Pırıl pırıl parlayan denizin ortasında,cilveli,işveli İstanbul'u izlemek,ayrı bir keyif verdi bugün bana.


360 derece İstanbul'u seyreyledi gözüm.Bakmaya,seyretmeye doyamadım.O balkonda,yıllar yıllar önce hangi gözler,nasıl bir İstanbul izliyordu diye düşündüm.Profil değişmişti ama eminim büyü aynı büyüydü.Öyle olmasa İstanbul'un fethi,için bunca çaba harcanırmıydı?


Kız kulesi'nin bulunduğu kara parçası yıllar önce Asya sahillerinin bir çıkıntısıyken,zamanla sahilden kopmuş ve şimdi ki adacık oluşmuş.Kısaca tarihçesi şöyle;


Kızkulesi’nin üzerinde yer aldığı kayalıktan ilk kez M.Ö. 410’da söz edilir. Bu tarihte Atinalı komutan Alkibiades, Boğaz’a girip çıkan gemileri denetlemek ve vergi almak amacıyla bu küçük ada üzerine bir kule inşa ettirir. Sarayburnu'nun bulunduğu yerden, kulenin bulunduğu adaya zincir gerilir ve kule böylece Boğaz’ın giriş ve çıkışlarını kontrol eden bir gümrük istasyonu halini alır.


M.S. 1110’lara gelindiğinde ise bu küçük adacığın üzerindeki ilk belirgin yapı (kule), İmparator Manuel Comnenos tarafından inşa ettirilir. 1143 – 1178 yılları arasında hükümdarlık süren İmparator Manuel, şehrin savunmasına yardım için iki tane kule yaptırmıştır. Bunlardan birini Mangana Manastırı yakınına (Topkapı Sarayı’nın sahili) diğerini ise Kızkulesi’nin bulunduğu yere inşa ettiren İmparator Manuel, hem düşman gemilerini Boğaz’a sokmamak, hem de ticaret gemilerinin gümrük vergisi vermeden geçişine engel olmak için, iki kule arasına zincir bağlatmıştır.

Fetihten sonra Fatih Sultan Mehmet bu küçük kaleyi yıktırır ve yerine taştan, etrafı mazgallarla çevrili küçük bir kalecik yaptırır ve buraya toplar yerleştirir. Kaleye konulan bu toplar, liman içindeki gemiler için etkili bir silah olmuştur. Ancak kule, Osmanlı döneminde savunma kalesi olmaktan çok bir gösteri platformu olarak kullanılmış ve Mehterler burada top atışları ile birlikte nevbet (bir çeşit İstiklal Marşı) okumuşlardır. Bugün gördüğümüz kulenin temelleri ve alt katın önemli kısımları Fatih devri yapısıdır.


Osmanlı dönemi boyunca Kızkulesi’nin onarılarak ya da yer yer yeniden yapılarak yaşatıldığı bilinmektedir. 1510 yılında meydana gelen ve “küçük kıyamet” olarak anılan depremde İstanbul’daki pek çok yapı gibi Kızkulesi de büyük hasar görmüş, kulenin onarımı Yavuz Sultan Selim döneminde gerçekleştirilmiştir.
Çevresinin sığ olması sebebiyle 17. asırdan sonra kuleye bir de fener konulmuştur. Bu tarihten itibaren kule, artık bir kale değil bir deniz feneri olarak hizmet vermeye başlamıştır. Kuledeki toplar da bu dönemde artık korunma için değil, merasimlerde selamlama için atılıyordu. Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümünden sonra tahta geçmek için İstanbul’a gelen Şehzade Selim, Üsküdar’dan geçerken, Kızkulesi’nden atılan toplarla selamlanmıştır. Bundan sonra uzun süre tahta geçen her Padişah için bu selamlama yapılarak, Padişah’ın tahta geçişi top atışları ile halka duyurulmuştur.



Kule, 1830-1831'de ise, kolera salgınının şehre yayılmaması için karantina hastanesine dönüşür. Daha sonra 1836- 1837'de görülen ve 20-30 bin kişinin öldüğü veba salgını sırasında hastaların bir kısmı burada kurulan hastanede tecrit edilmiştir. Kızkulesi’nde tesis edilen bu hastanede uygulanan karantina ile salgının yayılması önlenmiştir.



İkinci dünya savaşı döneminde Kızkulesi’nde yenileme çalışması yapılır. Kulenin çürüyen ahşap kısımları tamir edilir ve bazı bölümleri yıkılarak betonarmeye çevrilir.
1943’de yeniden büyük bir onarım geçiren kulenin çevresine büyük kayalar yerleştirilerek denize kayması önlenmiştir. Bu arada kulenin oturduğu kayanın etrafındaki rıhtımdaki ambar ve gaz depoları kaldırılmıştır. Yapının dış duvarları korunarak içi betonarme olarak yenilenmiştir.
Kızkulesi, 1959 yılında Askeriye'ye devredilmiş ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı, Boğazın deniz ve hava trafiğinin denetlenmesini sağlayan bir radar istasyonu olarak kullanılmıştır. “ Deniz Kuvvetleri Tesisi Mayın Gözetleme ve Radar İstasyonu” olan binadaki sarnıç, 1965’de yapılan tadilatlar sırasında üzeri beton dökülerek kapatılmıştır.
1983 yılından sonra kule, Denizcilik İşletmeleri'ne bırakılmış ve 1992 yılına kadar ara istasyon olarak kullanılmıştır.
1995 yılında Kızkulesi’nin restorasyon süreci başlar. Binlerce yıllık gizemli bir tarihe sahip bu özel mekan, kendine özgü kimliğine ve geleneksel mimarisine bağlı kalarak tamamlanan restorasyon çalışması sonrasında 2000 yılında kapılarını ziyarete açar.

Kız Kulesi ile ilgili efsaneleri duymuşsunuzdur.Sanırım en çok bilineni,şu yılanlı hikayedir.Bunun yanında belki daha az bilineni,Hero ve Leandros’un ölümsüz aşk hikayesidir.Buna göre;


Hero ile Leandros adlı iki gencin hüzünlü aşkını anlatan bu hikâye, Hero'nun kuleden ayrılmasıyla başlar. Hero, Afrodit'in rahibelerindendir ve aşka yasaklıdır. Yıllar sonra Afrodit'in tapınağında yapılan bir törene katılmak için kuleden ayrılır ve orada Leandros ile karşılaşır. Delikanlının ateşli ve hüzünlü bakışı Hero'yu etkiler. İki aşık, yıllardır birbirlerini tanıyorlarmış gibi, bu kısacık zaman diliminde, kalplerinin artık başka bir insan için çarpmayacağını anlarlar. Birbirine aşık olan iki genç, Leandros'un gece kuleye gelmesi ile aşklarını kutsarlar.
Kızkulesi her gece iki gencin gizli aşkına ve yasak sevişmelerine tanıklık eder. Leandros'un yüzerek kuleye geldiği fırtınalı bir günde Hero'nun yaktığı sevda ateşinin feneri söner. Karanlıkta yolunu kaybeden Leandros, Boğaz'ın sularına gömülür. Sevgilisinin öldüğünü gören Hero da kendini Kızkulesi'nden Boğaz'ın sularına bırakır.


Bütün bu güzelliğine rağmen,hüzünlü hikayeler ile anılıyor olması biraz insanın içini acıtıyor doğrusu.Ama şu da bir gerçek ki,hikayelerde hüzün de olsa temelinde aşk var.Bu da işin güzel tarafı,Allah birbirini sevenleri ayırmasın diyerek güzel ve keyifli bir hafta dilerim......
Kaynak;http://www.kizkulesi.com.tr/Default2.asp

11 Mart 2012 Pazar

Pırasalı,Lor Peynirli Pita Ekmeği


Güzel ve mutlu akşamlar dilerim.Umarım herkes mutlu ve sağlıklıdır.


Hamur işi severmisiniz bilmiyorum ama ben bu aralar nedense hamur işlerine takılmış durumdayım.Ev halkı da durumdan memnun olunca,tam gaz devam ediyoruz yola.Bu tarifi daha doğrusu hamurun tarifi MSA'da katıldığım Nutella etkinliğinde yapmıştık.Aynı hamuru bu sefer ben iç malzemesini değiştirerek yaptım.Vallahi çok güzel oldu.Sizler iç malzemesi olarak farklı şeyler kullanabilirsiniz.


Malzemeler

1 paket kabartma tozu
1 su bardağı yoğurt
20 gr.Soda
1 çay kaşığı Tuz
30 gr.tereyağı
1 su bardağı Süt
Aldığı kadar un

İç Malzemesi
3-4 adet pırasa
Lor peyniri
Doğranmış domates
tuz,karabiber
1/2 çay bardağı sıvıyağ

Yapılışı
Pırasalar ayıklanıp,yıkandıktan sonra ince ince doğranır.Sıvıyağ ile bir miktar sotelenir.İçerisine doğranmış domates ilave edilir.Domatesler,biraz yumuşadıktan sonra lor peyniri ilave edilip,tuz ve karabiber konulup iyice karıştırılır.
Diğer tarafta hamur malzemeleri iyice karıştırılıp,un azar azar ilave edilerek kulak memesi kıvamında hamur elde edilir.30 dakika kadar dinlendirilen hamur,mandalina büyüklüğünde bezelere bölünür.
Hafif unlanarak,pasta tabağı büyüklüğünde,merdane ile açılarak,iç malzemesinden konulur ve yarım ay şeklinde katlanır.Yapışmaz bir tavada,1 kaşık sıvıyağ eşliğinde,kısık ateşte yavaş yavaş pişirilir.Arzu edilirse pişen ekmeklerin üzerine sıcakken bir miktar tereyağ sürülür.



Eh tarif benden yapması sizden.


Sağlık ve mutlu bir hafta dilerim.Yüreğinizden sevgiyi hiç eksiltmeyin........

8 Mart 2012 Perşembe

Bir Gün Değil Hergün Varız





İyi ki kadınız,anayız,kardeşiz,evladız,eşiz.

Elimizden bereket,yüreğimizden şefkat fışkırır.Elimizin değdiği yere hayat,bulunduğumuz mekana düzen getiririz.Ruhumuz sevgi,gözlerimiz merhamet doludur.Sevdiğimizi sonsuza kadar sever,sarar kollarız.Biz kadınız,hem anayız,hem babayız.Durduğumuz yere direk,bastığımız toprağa fidan oluruz.Oluruz da dallarımız tüm dünyayı sarar sarmalar.

Kadınlar günümüz kutlu olsun.

6 Mart 2012 Salı

Bolonez Soslu Farfella



İyi akşamlar herkese,

Şu havalar ne zaman ısınacak bilgisi olan var mı acaba?Saat başı ısı değişiyor sanki.Şu anda dışarısı buz gibi.Ya da ben mi çok üşüyorum bilemedim.

Makarna sevenler derneği kurulsa kimler üye olurdu acaba?Makarna öyle bir şey ki,hem ana yemek,hem yardımcı yemek,hem salata,hem börek.Daha başka ne şekillere giriyor.Her şekli ile de bizim evin baş tacı.Zaten pilav ve makarnacı bir ailem var.Kaç çeşit yemek olursa olsun,az da olsa mutlaka pilav ve makarna isterler.Bu bolonez soslu farfellayı ana yemek olarak tükettik ama.
İnsanı en vakitsiz anında kurtaracak bir tarif.Hiç yemek yok dediğiniz anda masanızı şölene dönüştürür buyrun tarife


Malzemeler


  • 1 paket farfella makarna

  • 3-4 adet sivri biber

  • 1 adet soğan

  • 2 diş sarımsak

  • tuz,karabiber

  • 300 gr kadar kıyma

  • TAT soyulmuş domates

  • 150 gr tereyağ

Yapılışı


Makarna tuzlu suda bir miktar haşlanır.Fazla haşlayıp makarnanın şeklini bozmamak çok önemli.Yani aldante olmalı,dişe gelmeli.Diğer tarafta yemeklik doğranan soğan ve sarımsak ,tereyağ ile biraz kavrulup,sotelenir.Üzerine doğranmış biberler eklenip bir miktar öldürülür.Kıyma ilave edilip suyunu bırakıp çekene kadar kavrulur.Kıymanın üzerine soyulmuş TAT domates doğranarak,iyice suyu çektirilir.Tuz ve karabiber eklenerek,haşlanıp süzülmüş Farfellanın üzerine konulup servis edilir.Afiyet olsun.


Her gününüz bereket ve sağlıkla dolsun..................

3 Mart 2012 Cumartesi

Mıhlama

Yağmurlu,soğuk fakat huzurlu ve sakin bir cumartesi.Herkese merhaba.
Uzun zamandır bir koşturmaca,stres ve telaşın ardından sakin bir cumartesi ilaç gibi geldi.Çalıştığım ve hep dışarıda olduğum için olsa gerek,evde olmayı özlüyorum ayrıca seviyorum.Evle ilgilenmek,mutfakta olmak,şöyle koltuğa uzanıp kitap okumak çok keyif veriyor.Şu an ev sessiz ve sakin.Akşama hareket başlar.Ben de bu sessizliğin tadını çıkarıyorum.Kahvemi aldım,blogumun başına geçtim.Dedim ki,yarın pazar,kahvaltı için bir mıhlama tarifi vereyim.Belki pazar günü kahvaltısı için,bir arayış içinde olanlara bir faydam olur.Eğer yarın evde şöyle uzun uzun kahvaltı etme planlarınız varsa ve değişik bir seçenek arıyorsanız mıhlama yapın.
Malzemeler


  • 100 gr tereyağ (isterseniz biraz fazla da koyabilirsiniz)

  • 2 yemek kaşığı mısır unu

  • 2 su bardağı sıcak su

  • 250 gr telli peyniri (çeçil peyniri)

Yapılışı


Aslında bakır bir tavanız varsa süper olur ama yoksa da bu mıhlama yapamazsınız anlamına gelmez.Tavada yağı eritin.Unu ekleyip sürekli karıştırarak,bir miktar unu kavurun.Karıştırmaya devam ederek,sıcak suyunuzu ilave edin.Topaklanmadan karıştırarak un ve suyu bir toparlayın.En son çeçil peynirinizi ekleyip,10 dakika kadar tavada peynir iyice eriyip,mıhlamanızın kıvamı tutana kadar pişirin.


Sıcak sıcak,peyniri uzata uzata,taze ekmeğinizi bana bana afiyetle yiyin.


Keyifli ve sağlık dolu bir hafta sonu dilerim.Sevgiyle kalın.............

Blog Widget by LinkWithin